Donnerstag, 7. August 2014

Kendini sev...


  • KENDİNİ SEVMEK…

    Neden-sonuç veya karmaşık eşitliklerle sevgiyi, sevmeyi ve özelliklede kendini sevmeyi öğrendiğimizi ve koşulsuzluğu dile getirdiğimizde, pek çok kişi “bu nasıl olabilir?”, “bu mümkün bile değil… sevmek ve sevilmek hak edilmeli…sevgiye layık olmak…” düşünce kalıplarıyla tepkiler geliştirmekte veya “ben kendimi seviyorum ki…” itirazı ile yaklaşmaktalar.
    Nedensizlik, koşulsuzluk gibi kavramlar, karşılığı olmayan içi boş söylemler gibi algılanıyor. Yeni trend yaklaşımlardan biri de: “alma-verme dengesi”… Bu kavramı insanlar içselleştirmeye başladıklarında, karşılıksız ve nedensiz hiçbir şey yapmama eğilimine girmekteler. Bu algıya göre bir şeyi almak için karşılığının bedelinin ödenerek ona hak kazanmalı kişi...
    Diyelim ki- buna da katılmadığımı peşinen ifade edeyim- birini sevmek istiyorsunuz? Ne vereceksin? Hemen atlamayın. “Sevgimi verecem, sevgisini verecek.” Diye. Siz verdiniz, o vermezse ne olacak? Ya da tam tersi o veriyor da siz vermiyorsanız? Ve birinin sevgi diye verdiği şey, karşı taraf için sevgi anlamına gelmiyorsa? “İyi ya işte alma-verme dengesinin eşitliğe dayalı olması gösteriyor.” Gibi bir itiraz gelebilir. Demek ki hiçbir zaman bu denge sağlanamayacak. Taki insan zihnini aynı kalıpsal seviyelerde aynılaştırmadıkları sürece. Ve alma-verme dengesi olmayacağı için de kimse ne sevmeye ne de sevilmeye layık olmayacak!
    Hadi bir de iyilik yapmak konusunda ele alalım diyecem de, konu sapacak!
    Toplum, aile, sosyal ilişkiler bize sevginin kazanılması gereken bir karşılık olduğunu öğretirken, kendini sevmenin “bencillik ve narsistlik” olduğunu derinlerimize işler. Toplumda her sistem kişiye kendisinden uzaklaşıp kendisine yönelmeyi öğretir.
    Din, toplum, aile, hemşeriler, sülale, örgüt ve organizasyonlar kendisi için şehit olunmasını, kişinin kendisini feda etmesini kişiye öğretir ve kişiden bunu bekler. Bir birini seven veya sevdiğini düşünen eşler bile “ benim için ne yaptın!”, “senin için saçımı süpürge ettim!”, “ömrümü çürüttün!” gibi yaklaşımlarda bulunmaktalar.
    Kendini sevmek; kendini bilmek ve tanımaktan geçer.
    Ben kendinizi seviyor musunuz ki? Dediğimde bunu çoğu insan anlamaya çalışmak yerine bir suçlama gibi algılayıp savunmaya geçmektedir. Bu bile kişinin kendisine nasıl davrandığının ip uçlarını vermektedir.
    Bir insan içsel huzura ve içsel barışa erişmediğinde, halen korkular, öfkeler, nefretler, acı ve üzüntüler yaşatıyorsa kendisine, bu insan ilişkilerde kıskançlıklar, utançlar, hayal kırıklıkları deneyimliyorsa kendisini ne kadar da çok seviyor, değil mi? Kendini bilmek, kendini tanımak süreçlerimiz çocukluğumuzda kesintiye uğratıldı. Başkaları için “fedakarlıklar” yapmayı öğrettiler. Başkaları için yaşamayı öğrenmiş birisi kendisini sürekli o başkalarına kanıtlamak, ispat etmekle meşguldür. Bu kişinin huzur ve içsel barışa yakın olması bu durumda mümkün müdür?
    Saygı, sevgi, merhamet, hoş görü, şefkat, vicdan, destek olmak hep başkalarına verilmesi gereken toplumsal öğretilerdir. Kişide yetersizlik ve değersizlik, bağımlılık, itaat ve teslim olmayı öğreniyor birey. Aksi davranışlar “bencillik”, “narsistlik”, “egoistlik” olarak etiketlenmektedir. Lakin işin gerçeği ise kişi insani duygu ve değerleri kendisine karşı hissetmeyi öğrenmediği sürece bunu başkalarına da veremiyor. Doyuramadığı “açlıklarını” elde etmek için ilkel beyin seviyesinde reaksiyonlar geliştirebiliyor.
    Kendini sevmek… ruhun sonsuzluğunda ilahi dansın hazzıyla yaşamı şenlendirmektir!
    Faruk Acarsoy

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen